Türk Tarihinde Ağustos Ayı Zaferler Ayı diye anılır. Bunun sebebi, Anadolu Tarihinde dönüm noktası olan iki büyük zaferin ve diğer çok sayıda zaferin bu ayda olmasındandır. Anadolunun Türkleşmesini sağlayan 26 Ağustos 1071 deki Malazgirt Zaferinin ve 26 ağustos günü başlayıp 30 Ağustos 1922 günü kazanılan Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile taçlanan Büyük Taarruzun bu ayda olmasıdır. 1071 deki Zafer Türklerin yazılı tarih öncesinde de yerleşik olduğu Anadoluyu yazılı tarih döneminde bir daha Türkleştirmiş, 1922 deki ise Türk milletinin Anadoludan atılamayacağını bütün dünyaya göstererek Türk Yurdu olarak kalmasını sağlamıştır.
Ağustos Ayı, zaferler Ayıdır
Bunun tek sebebi, bizim bu iki tarihi yukarıdaki sebeplerden dolayı çok önemsememizde yatar. Türk Milleti gibi tarihin bilinen her döneminde var olmuş, bunun yanında milletler mücadelesinde en önde yer almış bir milletin tarihinde aynı aya değil, aynı güne birden fazla zafer düşmesi gayet normaldir. Tarihe yön veren zaferlerin baharla başlayıp, yazda yoğunlaşması olsa olsa zamanın şartları ve askeri intikal ve ikmal imkânlarının bu aylarda daha kolay olmasındadır. Kış ayları boyunca dinlenen ordular baharla birlikte harekete geçmekte ve varılacak yerin uzaklığına göre değişik zamanlarda düşman ordularıyla karşılaşmaktadır.
Bu durum; Türk ordularının Fetih Dönemi için adeta bir genelleme olmasına rağmen, Yurdumuzun korunması söz konusu olduğu zaman önemli olmamaktadır. Vatanı korumanın zamanı olmaz. Yaz-kış, gece-gündüz hiçbir zaman ve hiçbir şart vatanı korumak için, vatanımıza saldıran düşmanla mücadele etmemize engel değildir. Osmanlı ordularının hazırlık dönemi olan Mart Ayında, Çanakkalede binlerce kişi şehit olmuştu. Rus ordularına karşı yapılan harekâtta kış ortasında Ruslar, yurdumuzdan kovulmuş, ama Sarıkamışta binlerce askerimiz için zaman Aralık Ayında adeta durmuştu. Çünkü vatanın savunulması için, daha uygun sıcaklığı bekleyecek vakit yoktu.
Zafer, gerekli şartları yerine getirmekle kazanılır. Bu şartların başında inanç gelir: Zafer, kendisine inananın olur. Böyle olmasaydı; Alpaslanın ordusu kendisinin dört katı büyüklükteki Bizans ordusunu yenebilir miydi? Çanakkalede sabah sağ girenlerin hepsinin, şehit olarak cansız bedenlerinin çıkarıldığı siperler, anında doldurulur muydu? O askerleri, o siperlere sokan elbette Allaha olan inançtır.
Mondros Mütarekesiyle silahlarını bırakmış bir orduyla, Anadolunun içlerine doğru ilerleyen bakımlı ve tepeden tırnağa silahlı ordulara karşı bir savaş başlatabilmek için inanç gerekir. Kazanacağına içten inanmak gerekir. Milletinin gücüne inanmak gerekir. Kazanacağına, milleti de inandırmak gerekir. Millet inandığı zaman kurtuluş savaşında olduğu gibi bütün fertleriyle zafer için çabalar, işte o zaman bu büyük milletin yenemeyeceği zorluk, kazanamayacağı zafer yoktur.
Milletin inanması ise, güçlü kumandanlara bağlıdır. Komutan güçlü olursa, atların nalları altından olur. Burada olduğu gibi zaferler de bizim olur. Arif Nihat Asyanın dediği gibi:
O zaferler getiren atların
Nalları altındanmış;
Gidişleri akına,
Gelişleri akındanmış.
Süvarileri varmış ki,
Oğuz, Bilge, Süleymanmış
Gönül vermişler aya.
Hükmetmişler toprağa suya,
Ve zaferler getiren atların
Nalları altındanmış.
Biz şimdi o altın nallı atlara ve binicilerine vefa borcumuz var. Süvarileri, minnetle ve rahmetle anıyoruz. Onlar bize bir Vatan bıraktılar ve zaferler ayında zaferler kazanarak adlarını tarihe yazdırdılar. Bazıları da Ağustos ayında inançları uğruna öldüler, gözlerini kırpmadan
4 ağustos 1922 de Çeğen tepesinde şehit olanlar gibi.
Hepsi birer kahramandılar.
Kanlarıyla
Canlarıyla
İnançlarıyla
Malazgirtte, Çanakkalede, Büyük Taarruzda şehit oldular. Ve bize zaferlerle dolu bir tarih yazdılar.
|