Bu haftaki yazımın başına oturduğumda, “3 Mayıs Türkçülük Günü” hakkındaki yanlış anlaşılmaları, çıkarlar doğrultusunda yapılan- yaptırılan saptırmaları ortadan kaldırmalı ve aslında bu anlamı farklı günü gereken önemi vererek, gerçekleri tam anlamıyla yansıtacak şekilde yorumlamalıyım dedim kendi kendime… Bu endişemde haklıydım da! Neden mi? Çünkü bu günü öyle olur olmaz yerlere çekip aynı vatan üzerinde yaşadığımız birçok milleti öylesine kırdılar ki, bir nevi günümüzde yaşadığımız ve çözüm süreci ile başa çıkmaya çalıştığımız olayları da bu durumun zamanında tetiklemiş olduğuna inanıyorum.
Yukarıdaki çıkarımımın daha net anlaşılabilmesi açısından, öncelikle 3 Mayıs Türkçülük Günü’nün tarihsel gelişim sürecinden, uğramış olduğu değişimlerden bahsetmek istiyorum. Pantürkizm veya Türkçülük, Rusya, Çin, Irak, Moldova, Kırım ve Türk Cumhuriyetlerinin egemenliği altındaki Türk Halkları'nın bağımsızlık ve birliğini savunan siyasî bir idealdir. Turancılık ise tüm Ural-Altay kavimlerinin birliğini savunan siyasi görüştür. Kısacası bu akımların amacı Türkler İslamiyet’i kabul etmeden önce sahip oldukları dağınık düzenden ve birbirlerinden kopuk yaşamaları nedeniyle yönetici grubun bu halkı bir araya getirmek istemesidir. Lakin o dönemin şartları ve yapısı düşünüldüğünde bu istek ırkçılık yapmak için gündeme gelmiş bir istek olmayıp devletlerinin kalkınması, kendilerini savaş dönemleri koruyabilmeleri ve dünya hakimiyeti için bir yol olarak görmüş aynı zamanda birlik halinde olunduğunda bir önlem niteliği de kazandırmıştır.
Osmanlı dönemine baktığımız zaman ise bu akımlar İslamiyet ile birleşmiş, Türkler İslamiyet’in savunuculuğunu üstlenmiş “Pantürkizm” ve “Turancılık” sadece Türklerin birliği yerine “Ümmetçilik” yani geniş anlamda İslamiyete inanan herkesin birliğini ifade eden kavram, yaşayış tarzını ve devletin yönetiliş tarzını belirlemiş ayrıca bir imparatorluk olan Osmanlı Devleti’nin birçok sorunu yaşamasına engel olmuştur. Bir nevi halk milliyetçiliği gibi değil de toprak milliyetçiliği kimliğine bürünmüştür. Bundan dolayıdır ki Osmanlı’da birçok ayrı ırktan olan millet ümmetçilik kavramı altında birlik oluşturup huzur içinde yaşamayı başarmışlardır. Bu durum bilhassa bazı kimselerin hoşuna gitmemiş ve ırkçılık politikası izleyerek Kürt, Türk, Laz, Çerkez kökenli insanlarımızı birbirlerine düşürmek için çabalamış ve bunu başarmışlardır. Bir örneği de darbe dönemlerinden önceki karmaşadır. Hatta “kardeşi kardeşe düşman ettiler.” Tabiri kullanılarak üçüncü kişilerin varlığı belirtilmek istenmiştir.
Tanzimat Dönemi’ne baktığımızda ise Jön Türklerin başlattığı Türkçülük akımı ortaya çıkmış lakin Fransız ve Alman etkisi oldukça fazla olduğundan bu grubun içindeki bazı kişilerce Türkçülük’ün anlamı çarpıtılmıştır. Cumhuriyet Dönemi’nde de bu silsilenin az da olsa devamı gelmiştir.
Atatürk’ün Başkanlığında Turancılık kavramı dengede tutulmuş, İsmet İnönü başa geçtiğinde ise bu durum karmaşık bir hal almış, bir yandan varlık vergisiyle din ve ırka göre vergi toplamış diğer yandan Turancılığı savunan Nihal Atsız ve yandaşlarının hapse atmıştır. Bu dönemde tarih 3 Mayıs 1944’ tür. Bu dönemden sonra artık ulus dışı etkiler ağır basmaya başlamıştır. Bir milleti birbirine kırdırmanın en iyi yolunun kavram kargaşası yaratmak olduğunu bilen dış etkiler bu kavram kargaşasını maalesef kendi insanlarımızı kullanarak yapmıştır. Herhalde buna örnek olarak verilebilecek 14 subayın yargılanışı gösterilebilir. 13 Kasım 1960’ta askeri darbe oluşumunun içinden, “yönetimi sivillere devretmeyi reddeden, otoriteryanist yaklaşımlarda bulundukları iddalarıyla” bu 14 subay mahkemeye çıkmışlardır. 2008’de yasal düzenlemelerdeki aftan yararlanarak serbest bırakılan Taylan Çoklar’ın (Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun yakın arkadaşı) “3 İdam 1 Müebbet” isimli kitabı da bu konuya nasıl bakılması gerektiği konusunda birinci ağızdan çok aydınlatıcı olacaktır diye düşünüyorum.
Çok geniş bir konu olan Türkçülük Günü’nün tarihsel sürecine kısaca baktığımızda bile bazı şeyleri net bir şekilde görebiliyor ve ne yapılmak istendiğinin farkına varabiliyoruz.
Ak Parti Hükümeti’nin Gürcü kökenli bir kişi tarafından kurulmuş olması nedeniyle Türkçülük kavramına karşı olduğuna dikkat çekmek isteyen bir sürü muhalefet var iken; ben size soruyorum değerli okurlarım, sizce Türkçülük kavramını en doğru şekilde yansıtan, huzur ve refah ortamını yaratan kelime “Ümmetçilik” değil midir?
Ayetlerde 64 defa geçen ümmet sözcüğü; Ana, yol, din, cemaat, familye, nesil, boy, zaman. Terim anlamda ise, kendi irâdeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine tabi olma neticesinde bir arada yaşayan insan topluluğudur. Kuran’da insan topluluklarını göstermek üzere bugünkü müslüman millet manasında da kullanılmıştır. “Ümmetçilik” kelimesinin diğer batı kökenli dillerde tam eş anlamlı karşılığı olmadığını biliyor muydunuz? Bu kelimenin karşılığı bile olmadığı yani anlamını bile tam olarak bilmedikleri kelimelerle oynayan devletlerin bizde kavram kargaşası yaratması da ne kadar manidardır.
Devlet, millettir! Millet, ümmettir! Biz bu asaleti kaybetmemek adına her küçük ayrıntıya dikkat ederek yola devam edeceğiz.
Peki bu yolda layığıyla ilerleyen kaç hükümet görebildik bugüne kadar? Asıl konu topraklarımızda kardeşin kardeşe küsmesini engellemekse; anlamları bu kadar net olan kavramları çarptırmak kime ne kazandırır?
Ben devletime, toprağıma ve milletime bağlı bir insan olarak dürüstçe bunlara cevap verdim ve yazımı yazmadan adeta vatanıma olan bir görevimi eksik yapmışçasına rahatsızlık duydum. Ya sizler bu yazıyı okuduktan sonra verdiğiniz cevaplar sizi rahatsız mı etmeli yoksa huzur mu vermeli? Karar sizin…
|