Kur’an’da geçen ‘emanet’ kavramının açıklanması konusunda bilginlerin çeşitli görüşleri olmuştur. Bakara Sûresi, 283. Ayette geçen ‘kendisine güvenilen; emaneti sahibine versin’ ifadesi, dar anlamdaki, yani ‘bir kimseye koruması için bırakılan şey’ manasına geldiği gibi, insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş mali, ruhi ve diğer imkanlar anlamını da kapsamaktadır.
‘Emanet’ kişinin bulunduğu yere, imkanlara, yetkilere göre bir anlamda sorumluluktur. Üzerine aldığı görevdir, yapmakla yükümlü olduğu işteki mesuliyetidir. Yahut da bir başkasının kendisine koruması için bıraktığı bir şeydir. Başkasına verilmesi, ulaştırılması istenmeyen eşyadır, sözdür veya sırdır.
Kur’an şöyle buyuruyor: “Hiç şüphe yok ki Allah, size emanetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Bununla Allah size öğüt veriyor! Doğrusu Allah işitendir, görendir.” (4/Nisâ, 58). Bu Ayette hukuk ve ahlakın en geniş kapsamlı iki kavramı olan ‘emanet’ ve ‘adalet’ birlikte geçmektedir. Bu ilkeler insanların günlük davranışlarında söz konusu olduğu gibi, toplumların yönetimi işinde de geçerlidir.
Yöneticilik; halkın ihtiyaçlarını görme, haklarını koruma, güvenliklerini sağlama, aralarında adaletle karar verme ve din ve vicdan hürriyetlerini sağlama açısından bir emanettir. Devlet yöneticileri bu gibi emanetleri korudukları gibi, iş başına getirecekleri yetkililerde bu özelliklerin olması, bu ahlâkı taşımaları gerekir. Yönetimin, hak etmeyene ya da görevini kişisel çıkarlara âlet edene veya emaneti nasıl yerine getireceğini bilmeyene verilmesi, zulme, adaletsizliğe ve huzursuzluğa sebep olur. Bu Ayet’ten sonra, mü’minlerin siyasi yönden kimlere itaat edeceğinden bahseden Ayet’in gelmesi de oldukça dikkat çekicidir (4/Nisâ, 59).
Evrenin muazzam büyüklüğü
İçinde bulunduğumuz alemin büyüklüğü hakkında bir fikir vermek için şunu belirtelim: En yakın yıldızın ışığı, dünyamıza 4,3 senede gelir. Işığın bir saniyede üç yüz bin kilometre hızla gittiğini düşünürsek, yaklaşık dört buçuk senede kaç kilometre gittiğini rakamla gösterebiliriz, fakat bu rakamı okuyamayız. Bu büyük rakamlara astronomik rakamlar denmiştir. Astronomideki rakamlar, matematiğin sınırları dışına çıkar, biz onları yazar, görürüz, fakat okuyamayız. Üslü değerlerle ifade etmeye çalışırız. Fakat bu üslü değerler, sonu sıfırla devam eden rakamlar için geçerlidir. Böyle olmayıp da üslü okunamayan, sıfırdan hariç 25 rakamı arka arkaya dizelim ve meydana gelen rakamı okumaya çalışalım. Okuyamayacağız. İşte insanın aklı ve bilgisinin ne kadar sınırlı olduğu buradan bile anlaşılabilir.
Henüz matematik rakamlarını okuyamayan insan, her şeye aklı ereceğini, söz gelimi aklının ermediği veya almadığı gayb alemini, hatta uzayla ilgili dünya semasının –ki ondan başka altı kat gök daha vardır- derinliklerini ve tüm sırlarını çözemez. Öyle ise, bir insanın aklının varacağı en son tekâmül çizgisi, kendi anlayışının sınırlarını tayin etmekten, acziyetini kabul etmekten ibarettir. Demek ki insan, bazı şeyleri bilemeyecektir. Biz bilmiyorsak, her şeyi bilen vardır.
Bizim okuyamadığımız rakamlarla astronomik cisimleri tertip eden ve tanzim eden vardır. Bilmediğimizi bileni, yapamadıklarımızı yapanı bilmek, insanca bir harekettir
|